Louis Pasteur’un Hayatı
İnsanlık ve bilim açısından önemli başarıları elde etmek için çok fazla çalışmıştır. Çalışkan ve idealist oluşunun yanı sıra çok sade ve duygusal bir kişiliğe sahiptir. Hem de orta sınıf bir insan ve dâhidir. Louis Pasteur 27 Aralık 1822 yılında Fransa’da dünyaya geldi. Babası İspanya savaşları sırasında, Napolyon’un ordularında başçavuşluk yapmış bir askerdi. Bu sebeple Pasteur çok küçük yaşlardan itibaren yüreğinde vatan sevgisi ile büyüdü. En büyük amacı vatanına, milletine hizmet edebilmekti. Tabiatı çok severdi etrafında bulunan birçok insanın portresini yapardı. 16 yaşına kadar buna devam etmiştir.16 yaşından sonra yapılacak daha değerli şeylerin olduğu inancıyla resim çalışmalarını yarıda kesmiştir. İlk öğretim hayatına Abrois’te almıştır.1838 yılında ise eğitimini tamamlaması için Paris'e gönderilmiş fakat Paris ona yaramadığı için sağlığı bozulmuştur. Kısa bir süresonra evine dönen Pasteur hem iyileşti hem de Besancon adlı kolejden edebiyat alanında 1840 yılında mezun oldu. Aynı okulda matematik asistanı oldu. Ardından 2 yıl sonra Fen alanında bakaloryasını verdi. Bundan sonra Pasteur, Sarbonne’de kimya profesörü olan J.B Durmas’ın yanında kimya çalışmaları yapmıştır. 1848 yılında fizik profesörü olarak atansa da o kimya öğrenmek için Strazburg'a gitti. Sebebi resenİk asidin optik özellikleri üzerine yayınladığı başarıdır. Aynı zamanda Sarbonne Üniversitesi'ndeki profesörlerden biri olan J.B Biot'un dostluğunu da kazanmıştır. Biot o dönem ışık konusunda çalışmaktadır. Pasteur’un dikkatli gözlemciliği sayesinde bu sorunun kilit noktası da çözülmüştü. Genç bilim adamı Pasteur, Strazburg Üniversite’sine yaptığı ziyaretler sonucunda rektörün kızına âşık olmuştur ve bunun üzerine rektöre, kızıyla evlenmek istediğini belirten bir mektup yazmıştır. İlk başta Maria, Pasteur’la evlenmek istemese de daha sonra 29 Mayıs 1949 yılında hayatlarını birleştirmişlerdir.
Pasteur’un, kendini işine verdiğinde tüm dünyayı unutan bir yapısı vardı. 1854 yılında Pasteur’a profesörlük unvanı verildi. Kurulan yeni bilimler akademisinin dekanlığına atandı. Burada bira endüstrisinin gelişmekte olduğu bir merkezde dikkatini mayalanma olayına verdi. Ve mayalanma olayı üzerine çeşitli araştırmalar yaparak mayalanmayı meydana getiren organizmaların havadaki diğer organizmalardan oluştuğunu buldu. Bu teori günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır. Pasteur profesörlük unvanını aldıktan 10 yıl sonra, son buluşu olan Pastörizasyon’u (mikroplardan arındırma) açıklamıştır. Bu sayede daha çok tanınan bir kimyager olmuştur. Bu buluş aynı zamanda yaraların tedavisinde kullanıldı ve milyonlarca insanı septisemi yani kan zehirlenmesi hastalığının sebep olduğu ölümden kurtardı. 1865 yılında Fransız hükümeti, Pasteur’den ipek böceklerinde görülen hastalığı incelemesini istedi. Pasteur üç yıl sonunda ipek böceklerin bu hastalıktan koruma yollarını bulmuş ve aynı zamanda hastalıklı ipek böceklerini tespit edebilmiştir. Daha sonra kümes hayvanlarında baş gösteren vebayı incelemiş ve bunun şarbon hastalığı olduğunu, bu hastalığın tedavisini sağlayacak mikrobu bulmuştu. Bu hastalık yalnızca hayvanlar için değil insanların sağlığı için de bir tehditti. Bu hastalığın önlenmesini bulmakla Fransa’ya büyük yararlar sağlamıştır. Dönemin en berbat hastalığı olan kuduzu da araştırmaya başlamıştır. Bir sürü kuduz köpek üzerinde deneyler yapmıştır. Sonunda yaptığı çalışmaların sonucunu almış ve korunması için bir serum elde etmiştir. Ama bunu insanlar üzerinde denemek kolay olmadı. Nihayet beklediği fırsat gelmiş, küçük bir çocuğu kuduz bir köpeğin ısırması ile bulduğu bu tedavi yöntemini bu çocuğa uygulamış ve başarılı olmuştur. Pasteur, insanlık için her zaman çok çalışan biriydi. Bu sebeple sağlığından öte insanlığa hizmet etmeye öncelik vermiştir. Bedeni daha fazla bu yorgunluğu kaldıramamış ve 25 Eylül 1985 yılında hayata gözlerini yummuştur.