Cennetin Rengi (Rang e Khoda) - (1999)
Majid Majidi tarafından 1999’da çekilen “Cennetin Rengi” filmi, kör bir çocuğun Tanrı, ailesi ve toplumla bir bütün olarak deneyimlediklerini gözler önüne seren bir film. Majidi, Orta Doğu ve daha spesifik olarak İran’ın sosyal yapısı, kültürel değerleri ve ilkelerinin önemini gösterme konusunda sinemanın sade dilini kullanarak oldukça başarılı bir yapıt ortaya koyuyor.
Majidi, kör bir çocuk üzerinden bizlerin göremediği aşkınlığı, mecazi bir dil ile bizlere anlatıyor. Cennetin Rengi, karısı vefat ettiği için yeniden evlenmek isteyen ve gözleri görmeyen oğlunu yük, eksik, fazlalık kabul ederek hayatının dışına çıkarmak isteyen ‘baba’nın karşısında, Rabbi bulma/görme ümidiyle gözleri yerine parmaklarını kullanan kör bir çocuğu anlatıyor. Aynı zamanda film "tanrının görünmezliği" meselesini merkezine alıyor. Bütün insanlığın görmeleri mümkün olmayan bu hedefe, "hakk"a yürümesi, kör bir çocuğun tanrının rengini aramasında, onun, dünyanın "şekli"ni algılamak için kullanabildiği tek aracı olan elleri vasıtasıyla toprağı, ağaçları, canlıları yoklayarak Tanrı’yı görmeye çalışmasında vücut buluyor. Filmde baba ve oğul ikili karşıtlıklar üzerinden perdeye yansıtılıyor. Baba, evleneceği kadının, dünyanın derdindedir, oğul, harf harf kelimelerin, Rabb’inin; baba isyandadır yaşadıklarını kendine eziyet kabul ederek, acelecidir, oğul teslimiyettedir, yaşadıklarının kendisini bir yere/Rabb’e ulaştıracağının ümidiyle, sabırlıdır… Film boyunca baba-oğul üzerinden yapılan karşıtlıklar doğadaki sesler üzerinden de yansıtılıyor. Babası aynı ormanda bulunduğu sırada Muhammed ormanın neşeli, güzel seslerini duyarken, babasının pes, uğursuz sesler duyması, ses düzeyinde kurulan iyi-kötü karşıtlığıyla filme çok şey katıyor.
Filmlerini özellikle baba-oğul ilişkileri üzerine kurgulayan yönetmen Majidi, Cennetin Rengi’nde baba karakteri zaaflarıyla, ikilemleriyle, hayata ve Tanrı’ya bakışındaki isyanla ön plana çıkarken; oğul, kendisine verilmeyen yüzünden değil, bu eksiklik yüzünden insanlar tarafından ötelenmesi/dışlanması yüzünden üzülen ama güçlü bir kişilikte karşımıza çıkar. Onun derdi körlük değildir; derdi, körlüğü yüzünden diğerleri tarafından dışlanması, sevilmediğine inanması, yapabileceklerinin yapılamayacağına inanıldığı için elinden alınmasıdır. Baba karakterinde insanoğlunun zayıflıklarını, şükürsüzlüğünü, tahammülsüzlüğünü görürken; Muhammed ile de gözleri öte âleme açık ruhların hayata nasıl baktığını görürüz. Majidi’nin kullandığı sinema dili, perdeye aktardıklarını kurgunun ötesine taşıyarak, kendimizin ya da etrafımızdakilerin deneyimledikleri haline getirir. Filmdeki bu karakterler kurgu da olsa, onların içimizden biri olduğunu fark ettirir. İnsanı tüm yalınlığıyla, hayatı içindeki her renkle aktarmasını çok iyi beceren bir yönetmen olan Majidi’nin bu filminde, gözün yerine eller aracılığıyla hissetmenin/dokunmanın öyküsünü izlersiniz. Ellerin size en sonda anlattığı ise, bir duanın kabulüdür. Bir çocuğun tertemiz duasının kabulü… Filmin sonunda kendisine yer bulamadığı maddi dünyadan, aradığı Tanrı’sına kavuşan Muhammed, şimdi kalbinin tüm sırlarını O’na anlatmaktadır. Yuvasına kavuşan yavru kuştur Muhammed ve görmeye çalıştığı dinlemektedir onu.