Çağdaş Sosyoloji Kuramlarında Irkçılık Ve Ayrımcılık
Bu metinde genel itibariyle, çağdaş sosyoloji kuramlarından sembolik etkileşimcilik ve duygular sosyolojisi kuramları göz önüne alınarak ırkçılık ve ayrımcılık konusu tartışılacaktır.
GİRİŞ
Sembolik etkileşimcilik kuramı yirminci yüzyılın başlarında Herbert Mead’ın sunduğu öğretilerle birlikte oluşturulmuştur. Genel anlamda mikro anlamda yapılan sosyolojik araştırmalarda bu kuram daha fazla kullanılmıştır. Bu kuram Blumer’in de aktardığı şekilde üç ana unsura dayanır; insanların hareketleri bir anlama dayanır, diğer insanlar aynı şeye farklı anlamlar verebilirler ve bir şeye verilen anlam değişebilir. Böylece, toplumun öteki üzerindeki çıkardığı anlamlarla ilgili örnekler verilerek günümüzün sorunlarından özellikle Avrupa ve Amerika’da var olan ırkçılık ve ayrımcılık meselesi sembolik etkileşimci kuramla incelenebilir.
Bu metinde genel itibariyle, çağdaş sosyoloji kuramlarından sembolik etkileşimcilik ve duygular sosyolojisi kuramları göz önüne alınarak ırkçılık ve ayrımcılık konusu tartışılacaktır.
1-) SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİK KURAMINDA IRKÇILIK VE AYRIMCILIK
Mead tarafından temelleri atılan sembolik etkileşim kuramı klasik sosyologların sunduğu gibi genel bir makro toplum açıklaması sunmaz ancak mikro anlamda daha belirgin bir kuram oluşturulmuştur (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 352). Sembolik etkileşim kuramını birkaç cümleyle açıklamak zor olsa da anlam, düşünme kapasitesi, eylem, toplumsal nesneler, semboller, örtük davranış, benlik, damga, rol mesafesi ve genelleşmiş öteki gibi kavramlar sunan bu kuramla ırkçılık ve ayrımcılık konusunun tartışılmasının daha açıklayıcı olacağı düşünülebilir. Irkçılık, insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğretidir. Ayrımcılık ise, geçerli bir neden olmaksızın, fiili veya kendilerine atfedilen özellikleri nedeniyle insanların eşit muamele görmedikleri haksız bir durumdur. Geçtiğimiz günlerde pandemi gibi bir süreçten geçilmesine rağmen Amerika ve çoğu Avrupa ülkesinde “siyahi hayatlar önemlidir” sloganıyla insanlar gösterilerde ve taşkınlıklarda bulundular. Aynı zamanda özellikle Avrupa’da İslamofobi gibi kavramların üretilmesiyle yaygınlaşan bir Müslümanlara karşı ayrımcılıkta son dönemde tartışılmaktadır. İlk olarak, sembolik etkileşim kuramına göre, bir kişinin çocukluğundan itibaren geliştirdiği benlik ve zihniyle eylemlerini kendisi bireysel olarak yönlendirebilir yani dış etkenlerden kendilerine sunulan anlamları ve sembolleri kabul etmek zorunda değildir (Ritzer ve Stepnisky,2014: 356). İnsan kendisi için dış semboller haricinde bir eylem üzerine yorumlarıyla ve yeni çıkardığı anlamlarla seçimini yapabilir böylece sembolik etkileşimciliğe göre insanların bir özerkliği vardır. Bu durumu ırkçılık ve ayrımcılık konusuyla ilişkilendirdiğimizde, insanlar daha önceden benliğine ve zihnine dahil olan bir gruba karşı duyduğu ayrımcı düşünceyi daha sonra kendi etkileşimleri ve yeni anlamlandırmalarıyla değiştirebilir. Aslında, kuramın sunduğu şekliyle, özellikle aile ve kişinin çevresinin bir gruba karşı oluşturduğu ayrımcı zihin ve benliğin dönüşmesini ve yeniden etkileşimlerle yorumlanmasını sağlayacak durumların oluşturulması zihinde bir değişiklik ortaya çıkarılabilir. Örnek olarak, başörtülü bir kadının başörtüsüz bir kadın tarafından aşağılanması durumunda ayrımcı zihne ve benliğe sahip olan kadının çevresinde ne kadar fazla başörtülü kadın bulunursa etkileşimler ve semboller artacağı için ayrımcı zihinli kadın yeniden yorumlamalar ve anlamlar kurarak kendi zihni dönüşebilir. Ek olarak, sembolik etkileşimcilik kuramının zihin durumunu İslamofobi ile ilişkilendirirsek, 1990’lı yıllarda kullanılmaya başlanan İslamofobi kavramı İslam’dan ve onu takip eden insanlardan korkma anlamına geliyordu ki popülerleşmesi ilerleyen yıllarda artarak devam etmiştir (Samur, 2016: 299). Aslında bu kavram ile zihinde doğrudan bir ürün oluşuyor. Toplumsal tepkiyi çoğu zaman içerisinde bulunduran zihin bütün toplumun karşıtlığını ortaya çıkarabilir. Avrupa’da yaygın bir şekilde İslam’a karşı var olan düşünsel ve davranışsal kalıp yargıları Runyymede raporu ile en büyük itirafları ortaya koymuştur ki bu itiraflar İslam tek bir bütündür, statiktir ve değişime kapalıdır gibi düşüncelerin çerçevesine oturtulur (Samur, 2016:300).
Bununla birlikte, bu konu hakkında özellikle İslamofobi araştırmaları yapmasa da ırkçılık bağlamında birçok araştırması olan Du Bois’in ten rengi hattı olarak kavramsallaştırdığı Amerikanın iki ten rengiyle birbirinden ayrılmasından bahseder. Du Bois ırk temelli düşünce etrafında çalışmalarını yapar ancak bu bir ırkın diğer ırktan daha üstün olduğunu varsaymaz (Ritzer ve Stepnisky, 2015: 55). En önemli kuramlarından eleştirel ırk kuramında ırkların biyolojiyle ilgili değil tamamen toplumsal bir yapı olduğunu vurgulayarak insanları kategorilere ayırmak için kullanılan tarihsel bir kavram olduğuna işaret eder (Ritzer ve Stepnisky, 2015: 56). Irksallaştırma süreçleriyle, belli insan gruplarına ırk düşüncesiyle uygulanan toplumsal süreçler ortaya çıkar. Örnek olarak, siyahi Amerikalıların Amerikan toplumu içerisinde entegre olup kendi kültürlerini kaybetmelerine karşı çıkar. Burada beyaz Amerikalıların benlik ve zihin yapılarına ait olan afro-amerikanlara karşı ırkçı düşünceleri yok etmek için onların zihninin aynısına sahip olup onları taklit etmenin yanlış olacağını aksine onların zihin yapıları karşı gelerek kendilerine ait olan kültürlerini korumaları gerektiğini vurgular. Daha sonra bu görüşe göre bir çatışmanın da meydana geleceği açık olarak gözükebilir bu da sembolik etkileşimcilik kuramında iki farklı zihnin çatışma hali olarak düşünülebilir. Burada farklı zihinlerin etkileşim içerisinde birbirini etkileyeceği de aşikardır ve etkileşim durumları arttıkça zihinlerde değişimler meydana gelerek yeni zihin yapıları oluşabilir. Bu durum sembolik etkileşimcilik kuramının zihnin ve benliğin aynı kalmayacağı farklı durumlarda ve ortamlarda değişeceği tezini doğrular niteliktedir. Ancak, Du Bois ırksal gururu savunarak siyahi zihin yapılarının tam olarak değişmemesini kendi entelektüel stillerini oluşturmasını ister. Du Bois etkileşimciliğin iki tarafında sosyal yaşamda birbirini etkileyeceği düşüncesini, siyahi tarafı zihin yönünden beyaz ırka göre daha güçsüz olduğunu düşünerek onlarla bir etkileşime girmeden kendi zihinleri korumaya ve geliştirmeye davet eder. Ancak, sembolik etkileşim kuramına göre beyaz taraf ırkçı zihnine rağmen siyahileri kendi kültür hegemonyası içerisinde eritse de kendi zihin ve benlik yapıları da değişime uğrayacaktır. Günümüzde görüldüğü üzere siyahi Amerikalılar geçmişe nazaran daha çok sosyal alanda görünürler eski kölelik halleri bazı şartlarda hissedilse de çoğu zaman hakları ve siyasi çıkar durumları gelişmiş hale gelmiştir. Bunun nedeni etkileşimlerin artarak farklı beyaz ve siyah zihin yapılarının karşılıklı olarak değişip yeni bir zihin yapısı meydana getirdikleri düşünülebilir.
Du Bois’in diğer ırkçılık üzerine sunduğu kavramlara bakacak olursak peçe ve çifte bilinç kavramları ortaya çıkar. Peçe, siyah Amerikalılar ve beyaz Amerikalılar arasındaki ayrıma vurgu yapan bir metafordur. Bu ırklar arasında bir duvar değil ince ve geçişken bir peçe bulunur bununla birlikte Bois amacının beyaz Amerikalıların dünyayı siyahi Amerikalıların gözünden göstermektir (Ritzer ve Stepnisky, 2015: 57). Aslında burada sembolik etkileşim kuramıyla birlikte düşünürsek Du Bois iki zihnin birbiriyle etkileşime geçebileceğini ifade ediyor hatta bir empati durumu düşünülüyor ancak bunun zorluğu da ifade edilmiştir. Zihin yapıları toplumun bir getirisi olduğu için kolay bir şekilde değişmeyeceği doğrudur. Ayrıca, siyahi Amerikalılar çifte bilince sahip olarak hem egemen beyaz toplumun içindedirler hem de dışındadırlar (Ritzer ve Stepnisky, 2015: 58). Burada da siyahilerin zihinlerinin beyazlarla sembolik etkileşimleri sonucunda bir arada kalma durumu ortaya çıkmaktadır çünkü etkileşimler sonucunda değişip yeni oluşan zihin ve benlik ne eski siyah zihin yapısına ait ne de karşıdaki beyaz zihin yapısına aittir. Aynı zamanda, yeni oluşan zihin yapısında egemen ve güçlü olan beyaz zihin yapısının düşünceleri daha etkin olacağı düşünülmektedir. Du Bois bunun gerçekleşmeden siyahilerin kendi içerisinde zihinlerini geliştirmeleri gerektiğini düşünürken kaçınılmaz son gibi görülen sembolik etkileşimin büyüyerek oluşturduğu yeni bir zihin yapısı iki tarafı da etkilemiştir. Kuram için en önemli kavramlardan biri olan benlik kavramına bakacak olursak, Cooley ayna benlik kavramıyla birinin benliğinin belli bir zihinde nasıl göründüğüyle ilgili kesin hayal gücü olduğunu dile getirir ve bu hayal gücü içerisinde kendi görünüşümüz ve davranışlarımızla alakalı başkasının zihnindeki düşünceyi anlamlandırıp onun tarafından etkilendiğimiz ortaya konulur (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 361). Burada yurtdışından gelen farklı bir elbise kültürüne sahip olan bir öğrenci düşündüğümüzde, ilk olarak bu kişi dışarıdan nasıl göründüğünü daha sonra diğerlerinin bu giyinme tarzı hakkında düşündükleri yorumların ne olması gerektiği ve sonra ötekilerin düşüncelerini hayal etmesi durumunda aşağılanma veya gülünç duruma düşme gibi benlik düşünceleri oluşturur (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 362). Sembolik etkileşimcilik için kimlik gündelik yaşam içerisinde etkileşimlerle meydana gelen benliğin ortaya çıkmasıdır. Kimlik kavramını, modern toplumdaki ayrımcılık ile ilişkilendirerek ele aldığımızda, modernitenin toplumda yaygınlaştırdığı endişe ve korku durumuyla kendisinden farklı kimlikte olan insanlar daha öteki görülmeye başlanmıştır (Alpman, 2018: 4). Burada Beck’in risk toplumu kavramı düşünülebilir. Beck’e göre geçmiş daha bilinebilirken günümüzde karmaşık ilişkiler artmıştır. Bu modern toplum hayatının belirsizliklerinin daha fazla olması nedeniyle insanlar kimliklerini daha belirgin hale getirerek ve seçmek zorunda kalarak daha risksiz bir görüntü bulmaya çalışırlarken etrafının da hangi kimliğe ait olduğunu bilmek isterler (Alpman, 2018: 4). Böylece, bireysel kimliklerde oluşmaya başlar ve yaygınlaşır yani artık insanlar için ben çiftçiyim veya esnafım gibi daha toplulukçu kimlikler yerine bireysel anlamda etnik kimliklerde oluşmaktadır. Etnik kimliğini ön planda tutan bunu etrafına karşı sunan biri aslında modern dünyanın sunduğu bir tiptir. Çünkü, kişi belirsiz ve artan etkileşimleri dolayısıyla tedirgin olduğu ötekinden ayrı olduğunu gösterip ondan uzaklaşmasını sağlar. Sembolik etkileşimde bireyler genel olarak anlam yüklenen objelerdir ve bu anlamlarda içerisinde bulunulduğu topluma göre değişebilen bir anlamdır (Doğan ve Oral, 2020: 43). İslamofobi kavramının çerçevesinde düşünürsek ve mikro anlamda bir örnek ele alırsak Fransa’da yaşayan peçeli bir kadının adım atacağı sosyal yaşam içerisinde hor bakılırken ve en azından jestlerle veya sözlü olarak baskı ve tacize uğrama oranı yüksekken, Afganistan’da bu kadının normal karşılanacağı beklenmektedir. Parsons’un içselleştirilmiş sistem davranışlarımızı yönlendirir açıklaması toplumların uyum ve dengede olduğunu ifade ederken sembolik etkileşimde bireylerin eylemlerinin ortamdan ortama değişebileceği ortaya konulur. Örnekte de görüldüğü gibi peçeli bir kadının bir yerde farklı başka yerde farklı benlik yorumlamalarıyla karşılaşması sembolik etkileşimin tezini daha fazla doğrulamaktadır. Aynı zamanda, belli bir ortamda birey benliğinin her an izlendiğini düşünerek herhangi bir eyleme geçebilir ancak farklı bir ortamda da daha farklı bir eylem içerisine girebilir. Buradan anlaşılacağı üzere sembolik etkileşim kuramının mikro bir anlayışla toplumu ele alması bu görüşlerde belirleyici olmaktadır.
1.1-) GOFFMAN’IN DAMGA VE BENLİK DÜŞÜNCESİ
Goffman benlik kavramını geliştirmeye çalışan biri olarak, insani benliklerimiz ve toplumsallaşmış benliklerimiz olarak ikiye ayırarak ikisi arasında bir çatışma olduğunu vurgular. Yukarıdaki örneği ele aldığımızda, yabancı öğrencinin yeni ortam içerisinde aşağılanması durumunda ortamda bulunan birinin ayrımcılığın yanlış olduğunu bildiği halde toplumsal beklentilerle insani olan beklentiler arasında iç çatışma yaşar. Goffman, bu duruma toplumsallaşmış benliklerin bir iç huzursuzluğa mahal vermeden doğrudan toplum beklentisine göre hareket edilmesi beklenir (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 362). Çünkü insanlar bu toplumsal benliği yani değişmeyen bir benliği sürdürmek için Goffman için sahne olan toplumsal alanda beklenilen performansı sunmaları gerekmektedir (Goffman, 2018: 178). Bu sahne sunumu “dramaturji” olarak kavramlaştırılmış ve sonucu itibariyle sonuç üzüntü verici olmuştur. Yani yabancı öğrencinin veya başörtülü bir kadının ayrımcılığa uğramasını zihninde ve benliğinde yeniden bir etkileşimle değiştirip aksi eyleme geçecek bir kişide toplumsal sahneden ve toplumsallaşmış benlikten kopamayarak topluma uyum sağlar. Bu durumda sonuç olarak bir ayrımcılığın toplumsal anlamda sürdürülmesini getirir. Goffman, izleyenler ve eyleyenler bir sahne oluşturur ve eyleyenler sürekli olarak izleyenleri kontrol eder buna göre eylemlerini gerçekleştirirler (Goffman, 2018: 179). Bu düşünceler göz önüne alındığında, zihin ve benliği ile cücelere karşı damgalama sahibi durumunda olan bir kişi her ortamda aynı tepkiyi verir mi sorusu akla gelmektedir. Yani bu kişi cücelere karşı damgalama sahibi olmayan bir topluluğun arasında da farklı bir ortama girmesine rağmen sembolik bir şiddet gösterebilir mi? Cevap olarak, ön sahnede oynanan rol arka sahnede aynı kalabilir çünkü farklı bir role girmesi gereken birey toplumsallaşmış benliğe uyduğu için burada da ön sahnede rolü gereği cücelere karşı bir damgalama sahibi değilmiş gibi davranabilir. Ancak, bu durum arka sahnede yani zihinde devam edebilir.
Ayrımcılığa uğrayan bir siyahi ABD vatandaşı kendisini yalnız hissettiği bir durumda yalanlar söyleyerek o aşağılandığı durumu çevredeki izleyenlere göre role girerek kendisinin siyahilerden hoşlanmadığını belirtebilir. Ayrıca, bu kişi önceden izlenim yönetimi belirleyerek bu yalanı bulmuş ve ifade etmiş olabilir. İzlenim yönetimi toplumsal sahnede istenmeyen bir hata, gaf veya jest oluşmaması için alınan bir önlem denilebilir. Burada ek olarak, kişinin rol mesafesini ortaya koyarak gerçek rolünden farklı bir görünüşe veya konuşma şekline bürünebilir. Yeşil rehber filminde bulunan siyahi karakterin beyaz adamla arasında geçen serüven bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Filmdeki siyahi karakter kendisini diğer insanlardan özellikle beyazlardan kültürel ve ekonomik anlamda göstermeye gayret edip öyle davransa da Amerika’da ki sistemin işleyişi, adamın her ne kadar ekonomik ve ahlaki yönden yüksek olsa da bunu engelliyordu. Siyahi adam burada siyahilerinde entelektüel olduğunu diğer siyahiler gibi olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bu durumda bir nevi toplumsal algı ve toplumsallaşmış benliğe karşı isyandır. Siyahi kişi sahnede sergilediği performansla beyazlardan daha entelektüel olduğunu göstererek ayrımcı zihinli insanları yeniden özdenetim ve etkileşim içerisine iterek önceden sahip olunan benliği değiştirmeye çalışmış olmaktadır.
Tabi olarak, bu kişi bir anda böyle sessiz bir başkaldırı düşünmemiştir. Daha önce ailesinin veya kendi çevresinde gelişen bir olay sonucunda böyle bir benlik ve zihin oluşturmuştur. Bu durumda sembolik etkileşim kuramında izlenim yönetimi kavramına denk düşmektedir. Ancak, burada daha önceden düşünülen bir edim olmasına rağmen tam olarak izleyenler karşısında hor görülmeme ve istenmeyen gaflar yerine ters olarak izleyenlerin üstünde bir davranış sergileme biçimi görülmektedir.
Sembolik etkileşim kuramındaki çerçeve çözümlemesi kavramı incelendiğinde Goffman tüm dünyanın da sahneden ibaret olduğunu belirtmemekle birlikte aynı zamanda bu tiyatro sahnesi toplumsal hayatının bazı açılardan da yaşamı gizlediğini bildirmektedir (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 368). Çerçeve çözümlemesi örneğini ayrımcılık üzerinden verirsek bir halı saha maçında siyahi bir gencin ayağına sert şekilde giren birinin hareketi çerçeve olarak dışarıdan ırkçı bir davranış bile denilebilir. Ancak, kişi kim olduğunu bile görmeden bu hareketi yapmış olabilir ve başka şekillerde de bu durum uzaktan değerlendirilebilir.
2-) DUYGULAR SOSYOLOJİSİ VE AYRIMCILIK
Gurur ve utanç duyguları üzerine yoğunlaşan duygular sosyolojisi kuramı insanların sadece toplumsal etkileşim içerisinde anlam çıkarmazlar aynı anda gurur ve utanç duyguları da çıkarılan anlama dahildir (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 372). Bu kuram sembolik etkileşim kuramında sunulduğu gibi etkileşim sadece sembollerle değil duyguların alışverişi şeklinde gerçekleştiğini iddia eder. Duygular sosyolojisinin temsilcisi Scheef bunu saygı - duygu sistemi olarak adlandırır. İnsanların birbirleriyle yaptığı her etkileşimde cümleleri, ses tonlamaları birbirlerine duygular oluşturur. Örnek olarak, Avrupa’nın bir yerinde başörtülü bir kadının bir metro içerisinde polis tarafından kimlik kontrolü yapılırken daha fazla aranması ve ses tonunun yükselmesi bu bireye saygıyla davranılmadığı için kadın utanç duygusu yaşayacaktır. Ancak, bu utanç duygusu net olarak belli olmayabilir ve görünmeyebilir. Çünkü kadın o sırada kendisinin utancını ve mahcubiyetini doğrudan tartışamayacaktır. Muhtemelen kadın bu durumu gizleyecektir. Utancını inkâr eden kişi ileride daha sorunlu bir durumla karşılaşabilir. Utancından utanç duymaya başladığı zaman yani duygu tuzağına düştüğü zaman başka bir kişinin de utancından utanç duymaya başlar (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 373). Bu utanç durumu konuşulmadığında küçük düşme ve başkalarına karşı bir kızgınlığa dönüşebilir. Bunun sonucunda da toplumsal çatışma meydana gelir. Amerika’daki yıllarca süren siyahi hareketlerin bu utanç durumu kızgınlığıyla bir ilişkisi olduğu düşünülebilir. Çünkü, geçmişte ırkçılıkla karşılaşan siyahiler bugün dahil ufak bir yanlış hareket olsa dahi büyük tepkiler ortaya konuluyor. Bu durum beyaz birine yapılan muamele ile siyahi birine yapılan muamele aynı olsa dahi siyahi insanlara yapılan ırkçı hareketler daha büyük tepki topluyor. Amerika’daki siyahi kölelerin yaşadıkları utanç ve daha sonra toplumdan dışlanıp hor görülmeleri durumundan duydukları utanç duygusu bastırılarak toplumsal bağın kopma noktasına gelmesine sebep olmuştur. Bu utanç duygusu bastırıldığı için toplumsal hareketlerle tepkiye neden olmaktadır. Siyahi hareketlerin, devlete ve politikalara karşı şiddet gösterdiği durumların olması daha büyük toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasını engelliyor denilebilir. Çünkü bu ufak hareketlerle siyahi toplum utanç duygularını çok fazla bastırmadan dışarıya vuruyor. Böylece, saygı göremeyen ve utanç duygusunu bastıran siyahilerin hiçbir harekette bulunmadan duygularını bastırarak beklemeleri ileride daha büyük bir toplumsal kaosa sebep olacağı düşünülmektedir. Hochschild ise duyguları diğer duyu organlarına benzetir ve en önemlisi olduğunu söyler. Bir kişinin bir durumda duyguya girebilmesi için kendi belleğinde mevcut olan bağdaştırabileceği olayı hatırlayarak o duyguyu sağlamaya çalışır (Ritzer ve Stepnisky, 2014: 374). Ayrıca, geçmişteki istenmeyen bir duyguyu hatırlatan bir mekândan kaçınmak isteyen insanlar vardır. Örnek olarak, Almanya’da işkence gören bir Yahudi işkence gördüğü toplama kampından uzak durmak ister ve orayı hatırlatacak şeylerden uzak durur böylece istemediği duygusunu bastırmaya çalışır.
SONUÇ
Çağdaş sosyoloji kuramlarından sembolik etkileşimcilik ve duygular sosyolojisi kuramlarının her ne kadar mikro anlamda bir açıklama getiren kuramlar gözükse de toplumun eylemleri ve davranışları hakkında da bir düşünüş ortaya çıkarabilmektedir. Özellikle, Amerika toplumunun sosyolojisinde düşünülen ve kullanılan sembolik etkileşimcilik kuramları modern toplumun yeni sorunlarını tartışmıştır. Bu yeni sorunlar toplumsal cinsiyet, yaşlılık ve en yaygını şeklinde görülen ırkçılık ve ayrımcılık sorunudur. Amerikan sosyolojisi de yeni oluşturduğu kuramlarla bu sorunlar üzerine çalışmalar yapmışlardır. Günümüzde de devam eden bir sorun olarak ırkçılık ve ayrımcılık konusu sembolik etkileşimcilik ve duygular sosyolojisi gibi kuramlarla ilişkilendirilerek bu çalışmada anlatılmaya çalışılmıştır. Bu kuramlar düşünülerek mikro ve makro anlamlarda ırkçılık ve ayrımcılık üzerinde örneklerle düşünülerek bazı çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır. Amerika’daki siyahiler, artan İslamofobi furyası, başörtülü kadınlar gibi toplumsal ayrımcılık ve ırkçılık sorunlarıyla birlikte örnekler verilmiştir. Sembolik etkileşimciliğin kişilerin sosyal algılarının ve zihinlerinin farklı ortam ve durumlarda değişebileceği aynı kalmayacağı tezi modern toplumun ayrımcılık sorununu değişebileceğini de ortaya koymaktadır. Sonuç itibariyle de toplum içerisinde ayrımcılık gördüğünü düşünen ve ayrımcılığa uğratan tarafların etkileşimleri ne kadar artırılırsa o kadar fazla zihin yapıları değişime uğrayacaktır gibi bir düşünce oluşmaktadır. Aslında bu durum bir çözüm olarak da düşünülebilir ve günümüzdeki Amerikanın da siyahilere karşı bazı ayrımcalıkların azalması da buna destek olarak gösterilebilir. Ancak, bu etkileşimler sonucunda da daha başka gruplara veya dinlere karşı ayrımcı ve ırkçı düşünceler oluştuğu görülmektedir.
KAYNAKLAR
- ALPMAN, P. (2018), Sosyal Teorinin Konusu Olarak Kimlik: Sosyal İnşacı Yaklaşım,
Sosyoloji Araştırmaları Dergisi / Journal of Sociological Research, 21(2), (1-28)
- DOĞAN, B., ORAL, S. (2020), Toplumsal Gerçekliğin İnşasında Etnometodoloji ve
Sembolik Etkileşimcilik Kuramlarının Etkisini Kavramak, Uluslararası Sosyal Bilimler
Dergisi, 2(1), (39-50)
- GOFFMAN, E. (2018), Damga Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar, Çev:
Ş. Geniş, L.Ünsaldı, N. Ağırnaslı, Ankara: Heretik Yayıncılık
- RITZER, G., STEPNISKY, J. (2014), Sosyoloji Kuramları, Çev: Himmet Hülür,
Ankara: De Ki Basım Yayım.
- RITZER, G., STEPNISKY, J. (2015), Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri,
Çev: Irmak Ertuna Howison, Ankara: De Ki Basım Yayım
- SAMUR, H. (2016), Avrupa’daki İslamofobinin ‘Avrupalı’ Sebepleri, Mukaddime,
7(2), 295-319