Kitap İncelemesi: 1980’li Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm - Korkut Boratav
Kitap Adı: 1980’li Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm
Yazar: Korkut Boratav
Yayınevi: Ankara, İmge Kitabevi Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa sayısı: 142 sayfa
1980’li yılları iktisadi değişimleri ve yeni sınıf oluşumlarını inceleyen bu kitap aynı zamanda bölüşüm ilişkilerinin yazarın ifadesiyle anatomisini çıkarmaya çalışmaktadır. Genel olarak yazar, 1977 ve 1989 yıllarının sınıf analizini çıkararak devletin siyasi ve ideolojisinin işçi ve köylüler üzerindeki ekonomik eşitsizlikleri nasıl oluşturduğunu ortaya koyuyor. Tarihsel maddecilik şeklinde ifade edilen görüş ile sınıf analizinin yapılacağı ifade edilerek bu yaklaşımın sınıf üzerinde yapılacak bir araştırma için en kullanışlı yaklaşım olduğu vurgulanmıştır. Kitapta, tablolar ve istatistiki bilgiler verilerek sınıf yapıları ve bölüşüm ilişkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Türkiye’deki burjuvazi sınıfının devlet yönetimine ve siyasetine etkilerini aynı zamanda ABD ve küresel para fonları tarafından Türkiye iktisadının nasıl yönlendirildiği konusu tarihsel materyalizm bakış açısıyla incelenmiştir. Özellikle, Turgut Özal’ın partisiyle Türkiye’nin iktisadi anlayışı üzerinde hızla oluşturulan neo liberal politikalar sermayeciliğin nasıl önünü açtığı sunulmuştur. Son olarak, tarihsel materyalist bir tutumla gösterilmek istenen Türkiye’deki sermayecilik ve serbest piyasa ekonomisi siyasetinin, devlet ve burjuvazi sınıfının arasındaki ilişkilerde göz önünde tutularak özellikle köylü ve işçi sınıfları üzerindeki bölüşüm eşitsizlikleri anlatılmıştır.
Burada Korkut Boratav’ın eserini ele alarak bu eserin makro anlamda Marksist bir açıdan 1980’li yılları incelemesini ve sınıfların içinde bulunduğu eşitsizliklerin Türkiye’nin dış ilişkileri, burjuvazi sınıfı ve siyasi yöneticiler tarafından nasıl sağlandığını ortaya koyması değerlendirilecektir. Yazarın amacı bir anatomi sunarak 1980’li yılların dönüştürdüğü sınıf ilişkileri ve siyaset anlayışının değişmesinin getirdiği eşitsizliklerin gösterilmesi ve neo liberal politikaların eleştirilmesidir. Anatomi kavramının konusu kitapta şu şekilde belirtilmektedir: “Toplumsal sınıfların dinamiklerini oluşumunu incelemeye kalkışmak için tutarlı ve berrak bir sınıf anatomisine sahip olmak gerekecektir” (Boratav, 2016: 16). Yazar amacını net bir şekilde göstermesi için kullandığı istatistiki bilgiler ve siyasi diyaloglara yer vermesi onun amacının net bir şekilde görülmesine yardımcı olmuştur.
Yazarın farklılaşma kavramıyla birlikte gösterdiği aslında makro anlamda İşlevselci bir perspektifi sınıf yapılarını incelemede yetersiz kalacağı düşüncesi bunun yerine Marksist bir yöntemle sınıf ve bölüşüm ilişkilerinin üzerinde çalışılacağı tutumu doğru gözükmektedir. Çünkü, sınıf yapıları köken itibariyle bir sömürü durumunu ifade etmektedir yani dünyevi fırsatlara erişimin adaletsizliğidir bu sebeple İşlevselcilik görüşü hiçbir şekilde toplumda sömürü ilişkilerini eleştirmediği için bu konuyu doğru bir şekilde ortaya koyabilmek için Marksist anlayış kullanılmalıdır. Kitabında tüm konuları bazı yerlerde değiştirmeden sömürü ilişkileri etrafında ele alması tutarlı bir çizgide sunulduğunu göstermektedir.
Özellikle, bölüşüm ilişkilerinin tablo haline getirilip sunulması bununda üretim ilişkileri kapsamında ele alınması Marksist bakışın burada da hâkim olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan gösterilen ikincil bölüşüm ilişkileri ise daha çeşitli ve çok seçenekli şekilde sunulması Erik Wright’ın nicel araştırmalar için ortaya koyduğu sınıf yapılarına benzemektedir.
Kitaptaki bir diğer dikkat çeken konu ise siyaseti yöneten kişilerin burjuvazi sınıfıyla olan ilişkilerinin anlatılmasıdır. Bunun sonucunda da burjuvanın diğer sınıfları sömürmesi durumunun nasıl oluştuğu meselesinin dile getirilmesidir. Bu konu anlatılırken kullanılan Başbakan Ecevit ve Koç şirketinin arasındaki çatışma durumu örneği tam yerinde kullanım olarak görülmektedir. Başbakan Ecevit’i istemeyen bir Türkiye burjuvazisi ile Turgut Özal’ı destekleyecek olan bir burjuva sınıfı tasviri yazar tarafından ortaya konulmuştur. Ancak, burada bir olumsuz eleştiri sunulabilir çünkü Turgut Özal döneminden önce neo liberal politikaların Türkiye’de tam olarak uygulanmaması bilinmektedir. Bu sebeple, Özal’dan önce Türkiye’de devlet yönetimine doğrudan veya dolaylı olarak müdahil olabilecek bir burjuva sınıfından bahsedilmesi zor gözükmektedir. Ancak, yazarın burada Türkiye’deki kapitalistlerin Bülent Ecevit’i desteklemeyerek ekonomiyi kötüye götürüp onu iktidardan düşürmeleri onun iktidardan düşmesinin tek sebebi görülmemelidir. O günün ekonomik düzeni düşünüldüğünde Türkiye’nin burjuva sınıfı hala çok güçlü gözükmemektedir. Bir diğer nokta yazarın bu Türkiye’deki kapitalistlerin ABD’ye Ecevit’i şikâyet etmeleri konusunu eklemesi ABD’nin daha güçlü bir kapitalist sistem kurmak için Türkiye üzerinde atağa geçmesine sebep olmuştur denilebilir. Sonuçta, Başbakan Ecevit’i sadece Türkiye’deki kapitalistlerin istemediği için ekonomiyi kötüye sürükleyip düşürdükleri kanısı doğru değildir çünkü o dönemde Türkiye’de güçlü bir burjuva sınıfı gözükmemektedir. Ancak, Türkiye’de var olan kapitalistlerin ABD ile ilişkilerinin olması ve bu sebeple Bülent Ecevit’in neo liberal politikaları desteklememesi sebebiyle onu ABD’ye şikâyet etmeleri ABD’nin de detaylı olarak kitapta anlatılmadığı şekliyle Başbakan Ecevit’i iktidardan düşürdükleri gözükmektedir.
Kitap hakkında bir diğer olumsuz eleştiri ise işçilerin ve köylülerin özellikle 1980 darbesinden sonra uğramış oldukları artan sömürü ilişkilerini diğer sınıf kesimleri üzerinden anlatımının eksik kalması sorunu ortaya çıkmaktadır. Yani genel anlamda Marksist yaklaşımın eksik görülen tarafı olan orta sınıf veya yeni orta sınıf denilen kesimin veya kesimlerin sömürü ilişkileri ortaya konulurken eksik kalması sorunu bu kitapta da görülmektedir. Günümüzde toplumun büyük bir kesimini kapsayan orta sınıf denilen toplum kesimi hakkındaki burjuva ile gerçekleştirilen bölüşüm ilişkileri kitapta pek bahsedilmemiştir. Bununla birlikte yazarın ortaya koyduğu orta sınıfın kendi içerisinde çeşitlendiği görüşü de kitapta sezinlenmektedir. Herhalde burada orta sınıf kavramının İşlevselci ve Weberci kuramların sömürüyü net şekilde görülemeyen bir hale getirmeleriyle kavramı Marksçı kuramların irdelediği ve eleştirdiği durumu Marksçı kuramla yazılan bu kitapta da görülmektedir. Ancak, kitapta yine de orta sınıf ve onun eleştirisi sunulmamıştır.
Bir diğer nokta ise 12 Eylül 1980 darbesinin doğrudan burjuvaziyi ve neo liberal politikayı desteklediği tezidir. Bu konu siyaset kısmının ağır bastığı, iktisadi yapının ve sınıf ilişkilerinin anlatıldığı bir kitapta bu konudaki bölümlerin fazlalığı eleştirilmelidir. Zaten az sayfalı kısa bir kitap üzerine siyasi erkler dışında toplumun yaşadığı durumlar hakkında daha çok bilgi verilebilirdi. Ancak, kitabın aslında güçlü yönü yazar desteklediği görüşünü ABD, IMF gibi yapılarla Türkiye siyasetini de birleştirip eleştirerek iktisadi anlamdaki çözümlemelerini sunmasıdır yani siyasetle ekonomik düzeni birlikte algılamaktadır. Bu durumda yazarın sınıf ilişkilerini özneden yola çıkarak değil yapıdan yola çıkarak anlattığını ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, Korkut Boratav’ın yazmış olduğu bu kitabı değerlendirirken Türkiye’nin 1980’li yıllarda Bülent Ecevit, 1980 darbesi ve Turgut Özal dönemlerinde ortaya çıkan iktisadi yapılar ve ideolojiler etrafında burjuva dışındaki sınıfların neo liberal politikalarla birlikte daha fazla geçim sıkıntısı çekmesi ve daha fazla eşitsizliğe uğraması net olarak görülmüştür. Kitabın bu sömürü ilişkisinin artması meselesini istatistiki ve bazı diyalog örnekleriyle destekleyip sunması kitabı daha fazla anlaşılır hale getirmiştir. Kitabın en başından itibaren kabul edilecek olan Marksist bakış açısı yazarın amacının daha açıklayıcı biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamıştır. Aynı zamanda, yazarın siyasi ilişkileri göz önüne alıp sınıf ilişkilerini sunması yani özne yerine yapıyı öne alması ve işçi ve köylü sınıf haricindeki günümüz sınıfları hakkında çok bilgi sağlamaması olumsuz yönde eleştirilebilen durumlardır. Burada şu soru akla gelmektedir; acaba yazar özne yapı ilişkisi içerisinde Marks’ında kullanmış olduğu yapıdan yola çıkarak sınıf ilişkilerini yorumlamak yerine özneden yola çıkarak Türkiye’deki sınıf yapılarını inceleseydi nasıl bir durum ortaya çıkardı sorusu gözükmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’nin 1980’li yıllarını da yapıyı öne alarak sınıfı yorumlamak daha açıklayıcı ve tutumlu bir sonuç çıkaracağı da düşünülmektedir. Son olarak, bölüşüm ilişkileri ve sınıf yapılarının 1980’li yıllarda nasıl dönüştüğünün sorusu net bir şekilde sunulmaya çalışılmış üretim ilişkileri çerçevesinde bu dönüşüm cevaplanmıştır. Bununla birlikte, Türkiye’de Turgut Özal ile başlayan neo liberal politikalardan oluşan bu sömürüler karşısında nasıl bir yol izlenip bu sömürü ilişkilerinden ezilen sınıflar nasıl kurtarılabilir sorusunun cevabı içten içe düşünülmektedir ve kitapta bu sorunun cevabı bulunmamaktadır.