Bulgar Kolektif Bellek İnşasında Bir "Hatırlama Ve Unutma Yeri": BATAK
1875 Yılında mali kriz, kıtlık, isyan vb. olumsuzlukların peş peş gelmesiyle Osmanlı İmparatorluğu en bunalımlı döneme girdi. "Doğu Sorunu" krizi büyük güçlerin gündeminde birinci sıraya oturdu. Sonun başlangıcı olan bu fırtınalı dönemde Rodop Dağları'nda, deniz seviyesinden 1000 m yüksek bir yerleşim yeri olan Batak köyünün adı bir anda Batı kamuoyuna mal oldu. Batak, modern Bulgaristan tarihindeki önemini ve Bulgar ulusal belleğindeki yerini 1876'dan bu yana pekiştirerek koruyor.
BATAK'A GİDEN YOL
Müslüman büyük toprak sahiplerinin keyfi uygulamaları 1875 yılında Hersek'te Hıristiyan köylülerin ayaklanmalarına neden oldu. İsyanın kısa sürede bastırılamaması ayrılıkçı Bulgar komitelerini cesaretlendirdi. Rodop Dağları'nda toplanan ayrılıkçı bir grup, Filibe ve Tırnova sancaklarındaki dağ köylerinde isyan çıkarmak için harekete geçti. Binlerce Bulgar köyünden 20 kadarının desteğini aldılar. Müslümanlara yönelik provakatif eylemler yapıldı, bazı yerleşim bölgeleri yakıldı. Yerel yetkililer, inzibatlar, arabacılar sivil Müslüman ahali vb. kesimlerden bazıları öldürüldü. Fakat komitecilerin umduğu gibi kitlesel bir isyan olmadı. Ayaklanma yerel kaldı ve başarısız oldu.
Osmanlı nizamiye birliklerinin çoğu Hersek'e kaydırılmıştı. Gene de, asayişi teminle görevli yetkililerin ayaklanmayı bastırma işini Kafkasya'dan gelen ve iskan edilen hınçlı Çerkes göçmenlere ve Hıristiyan komşularıyla rekabet içindeki Pomak "başıbozuklar"a havale etmeleri doğru bir tercih değildi. Bastırma hareketi sırasında başvurulan yöntemler yüzünden Batak Avrupa kamuoyunun gündemine oturdu.
Rusya'dan teşvik gören Sırbistan ve Karadağ, Bulgarlara yardım etmek bahanesiyle Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Londra'daki Rus elçisi, Babıali'nin 6 Ekim 1875'te ilan ettiği moratoryum yüzünden ellerindeki Osmanlı hisse senetleri bir anda değersizleşen İngiliz kamuoyunda Osmanlı aleyhtarı bir hava oluşturmak için Bulgaristan olaylarını iyi değerlendirdi.
Ölümlerin çoğu Batak köyünde olmuştu. Batak ve diğer köyler 1876 sonbaharında Batılı gazetecilerin ve konsolosluk memurlarının hücumuna uğradı. Amerikalı gazeteci Januarius Mac Gahan'ın bölgeden gönderdiği raporlar başta Daily News olmak üzere Avrupa gazetelerinde geniş yer buldu. İstanbul'dan gönderilen raporlar barbar Müslümanların günahsız Bulgarları katlettiği bir "Hıristiyan kıyımı" algısına ve büyük heyecana neden oldu. Aslında politik motivasyonlu bu heyecanın oluşmasındaki başarı Boğaziçi'ndeki Robert Kolej'den Foreign Office'i ve Britanya medyasını ölçüsüz abartılı ve asla ispatlanamamış Türk katliamlarıyla dolu raporlarla bombardımana tutan eski misyonerlere aitti.
Başbakan Disraeli İngiltere'yi yıllardır uğraştıran İrlanda ayaklanması nedeniyle milliyetçi hareketleri desteklemiyordu. Muhalefet lideri ve Liberal Parti'nin Başkanı Gladstone ise, gündeme hakim olan havadan da yararlanarak politikasını Türk düşmanlığı üzerine oturttu. Türkofil olmakla suçladığı Disraeli hükümetine ağır hücumlarda bulundu. İngilizlerin zihinlerindeki "Türk stereotip'ini insanlığın ve medeniyetin ebedi düşmanı olarak yeniden canlandırdı". 6 Eylül 1876'da yayınlanan Bulgarian Horrors and the Question of the East isimli kitabında Türkler hakkında "Avrupa'ya girdikleri ilk kara günden beri insanlık dışı tek insanlık türüydüler. Nereye gitseler arkalarında kan bıraktılar ve etki alanları nereye uzansa uygarlık oradan kaybolurdu" diye yazdı.
Neticede İngiliz kamuoyunda Hıristiyan dindaşlığından kaynaklanan duygular, önyargılar, Liberal Parti Başkanı Gladstone'nun olayları siyasal amaçla kullanmak istemesi gibi pek çok faktör bir araya geldi ve bir öfke patlamasına yol açtı. "Duygularını açığa vurmaya alışkın olmayan bir toplumun en derin, en kapsamlı ve en uzun vadeli toplumsal duygu gösterilerinden biri" ortaya çıktı. Bu, "Osmanlı veya Müslüman karşıtı bir duygu patlamasının çok ötesinde, basit bir açıklamayla tanımlanmayacak bir durumdu.
Hayırsever İngilizler İrlanda veya Güney Afrika'daki Boer Savaşı konusunda duydukları rahatsızlıkla dikkatlerini huzursuz Balkanlar'a yönelttiler. İngiliz entelektüelleri ve Amerikan misyonerleri Bulgar köylülerine yardım organizasyonları düzenlediler. Sadece İngiltere değil, tüm Avrupa kamuoyu öfkeliydi. Oscar Wilde 6. sonesini hunharca öldürülenlere adadı. Victor Hugo Osmanlı taşkınlıklarını Fransız Parlamentosu'nda teşhir etti. Garibaldi ve daha başkaları Bulgarlarla dayanışmalarını açıkladılar.
Yoğun ilgi üzerine MacGahan'ın 14 gazete yazısı Londra'da The Turkish Atrocities in Bulgaria adıyla kitaplaştırıldı. Diğer dillere de tercüme edildi. Müstakbel Bulgaristan Başbakanı Stambolov da aynı kitabı 1880 yılında Bulgarcaya çevirecekti. Britanya yönetimi, peş peşe yayınlanan dergi ve kitaplarda, gelecekte Balkan Yarımadası'na egemen olacak uluslara ilgi göstermemekle suçlandı.
Kamuoyu baskısı, oluşan bu atmosferde Osmanlı yanlısı gözükmeye cesaret edemeyen Başbakan Disraeli'nin pasifize edilmesini sağladı. Rusya sonunda, İngiliz kamuoyu sayesinde, o vakte kadar devam eden Osmanlı-İngiliz dayanışmasını zayıflatmayı başardı. Avrupa'nın, hele Rusya'nın işe karışmasındaki tehlikeyi fark eden Babıali olaylara müdahale etti, suçluların yakalanması ve cezalandırılması yönünde girişimlerde bulundu. Batılılar ve Osmanlılar bölgeye tahkik heyetleri gönderdiler. Olayların suçlusu olarak, yakalanan Pomak başıbozuklar ve Çerkesler yargılandı. Bazıları idam cezasına çarptırıldı. Ancak Babıali'nin Batı kamuoyunda oluşan olumsuz havayı değiştirmesi ve sorumluluktan kurtulması neredeyse imkansızdı. Devlet-i Osmani için meşum bir savaş olan '93 Harbi kapıdaydı.
DEMOGRAFİ SAVAŞLARI
1876 yazında çıkan haberlerde, öldürülen Bulgarların sayısı 12000 ve 15000 ile başlamış ve 66000'e kadar çıkmıştı. "1876 yılının haziran ayında Batak'a gelen Amerikalı misyoner James B. Clark, katliamdan hemen önce Batak'ın nüfusunun 3489 olduğunu", papazın oğluyla birlikte 1900 ölü saydıklarını yazdı. Meclis-i İcraat azası Edib Efendi Babıali'ye gönderdiği layihada, Batak'ın olaylardan önceki nüfusunun 1441 olduğunu yazdı. 4'ü sırf Müslüman, 6'sı karışık ve 8'i Hıristiyan köyü olmak üzere toplam 28 köyde yanmış evler tespit edildiğini bildirdi.
Aslında İngiliz konsolosluk memurunun yaptığı,"fazla sorgulamadan Osmanlı karşıtı aktarımları kabullenip, olayların geçtiği yerlere gidip araştırmamasına rağmen, bunları gerçekler gibi göstermekten ibaretti".
İngiltere'nin İstanbul büyükelçisi olarak atanan Sir Henry Layard'ın da 20 Nisan 1877'de İstanbul'a geldikten sonra Bulgaristan'daki olaylarla ilgili yeniden yaptırttığı araştırmada olaylar sırasında Müslüman ve Hıristiyan toplam 3500 kişinin öldüğü tespit edilmiştir.
Layard'ın talimatıyla araştırmayı yapan ve ev ev sayım yaptığını bildiren İngiliz konsolosluk görevlisi, zarar gören her evde ortalama 10 kişinin yaşadığını varsaymış ve ölü sayısını 3694 olarak hesaplamıştı. Gerçi 19. yy Bulgar yapıları üzerine yapılan modern demografik araştırmalar, 1876 ayaklanmasının gerçekleştiği Filibe bölgesinde Hıristiyan Bulgar ailelerinin ortalama 5007 kişiden oluştuğunu göstermektedir. Bir misli fazla da olsa, o günlerde İngiliz kamuoyunda dolaşan en düşük rakam olan 12000 ile kıyaslanınca, 3694 sayısı oldukça düşüktü.
1907'de Plovdiv'de (Filibe) yayınladığı kitabında Strasimirov, Batak'ta öldürülen 1750 kişinin isimlerinin, cinsiyetlerinin ve yaşlarının yazılı olduğu bir tablo verdi.
BULGAR ULUS İNŞASI SÜRECİNDE BATAK
1876 yılında Batı Avrupa kamuoyuna mal olan Batak ismi, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı vb. gelişmeler sırasında aynı hızla unutuldu. Bulgarların 1876'da benimsedikleri katliama uğrayan suçsuz Hıristiyan anlatımı, Bulgaristan'ın kurulmasında Rusya'nın oynadığı role değinmeden Bulgar halkının kahramanlığını öne çıkarmak amacıyla terk edildi. Bunun yerini, içinde kadınların da yer aldığı, baskıya ve zulme başkaldıran, ölümü göze alarak yola çıkan ve kahramanca bir mücadelenin ardından yaşamlarını yitiren kahramanlar söylemi aldı. "Batak Trajedisi" "Batak Destanı"na dönüştürülmeye çalışıldı.
Katliama uğrayan barışsever insanlar ve kahramanca isyan edenler tezlerindeki mecburi çelişki, "bilinçli olarak kendini feda etme" söylemiyle aşılmaya çalışıldı. Fakat Batak'ta bilinçli olarak kendini feda edenlerin ayaklanmayı tahrik eden önderler değil de, onlar kaçıp kurtulurken geride kalanlar olması açıklaması kolay olmayan bir başka sorundu. Başıbozuklar köyü tam sarmadan karısı ve birkaç militan ile birlikte kaçan Petar Goranov daha sonra Halk Meclisi'ne seçilmiş, yönetimde görev yapmış bir kahramandı. Çağdaş tarihçiler bu güçlüğü, kaçanları isyan ettikleri için, kalanları da ölerek Bulgaristan'ın kuruluşuna hizmet ettikleri için takdir ederek aşmaya çalıştılar. Unutulmaya terk edilen Batak, 1892'de Polonyalı ressam Antoni Piotrovski'nin yaptığı bir tablo sayesinde yeniden hatırlandı. Tarihi olayların tablolara konu olması ender rastlanan bir durum değildir. Örneğin Fransız ressam Eugene Delacroix'nın "Sakız Adası Katliamı" tablosu, türünün en tanınmışlarından biridir.
Tarihi tabloların esin kaynağı, çoğu kez Katolik kilisenin Rönesans'tan beri Osmanlı karşıtı propaganda amacıyla teşvik ettiği, "Türkendrucke" (Türk Baskıları) olarak anılan ve geniş kitlelere ulaştırılan yazılar, çizimler ve resimler oluyordu. Bu baskılarda yakıp yıkan, yağmalayan, anne karnındaki doğmamış çocukları şişleyen kana susamış gaddar Türkler motifi çeşitli şekillerde tekrarlanır. "Bu çeşit zulüm ve gaddarlık yansıtan motifler, Osmanlı savaşçılarının davranışlarından çok, yapanın çarpık hayalinin ürünü olmasına rağmen, görenlerin resmedilen gaddarlığı Türklerin vazgeçilmez özellikleri olarak algılamasını sağlar".
Piotrovski'nin, katliamın hemen sonrasının canlandırdığı tablosunun arka planında, gece karanlığında yanan evlerin gökyüzüne yükselen alevlerinin aydınlığında, tabloyu sağdan sola diyagonal olarak derinleştiren bir nehrin iki tarafı gösterilmektedir. Sol sahilde, beyaz entarilerinin yarı açıklığında tecavüze uğradıkları anlaşılan genç kadın cesetleri ve onların başucunda, yaptıkları kötülüğün ağırlığını yaşayan, sarıklarından Müslüman oldukları anlaşılan bir grup erkek ile gene başörtülerinden Müslüman oldukları anlaşılan ve önlerinde yığılı elbiseleri karıştıran iki kadın görülmektedir. Müslüman grubun resimde yansıtılan özelliklerine tezat teşkil eden beyaz tenli, güzel ve hepsi genç kadın cesetleri zihinlerde "Suçlu / Müslüman ve Kurban / Hıristiyan" algısını uyandırmakta, alevlerin aydınlattığı gökyüzünde karşılıklı duran hilal ile Venüs, verilmek istenen sembolik mesajı tamamlamaktadır.
"Batak Katliamı" tablosunun yapılışından birkaç ay sonra Sofya'da Bulgaristan tarihinin en önemli kaynaklarından biri sayılan, Zachari Stojanov'un tasvirlerle 1876 ayaklanmasını ve kahramanlıkların kroniğini anlattığı kitabının 3. cildi, Bojco'nun (Petar Goranov'un 19 yaşındaki oğlu Angel P. Goranov'un takma adı) canlı tanıkların ifadelerine dayanarak yazdığı kitap ve İvan Vazov'un Rodop'un Kucağında isimli kitabı peş peşe yayınlandı. Stojanov Batak'ı "Sunak" ve "Kutsal şehir", Vazov ise "Bulgar Golgotha"sı olarak tanımladı. Piotrovski'nin tablosu ve bu kitaplar, 1876'da Osmanlı boyunduruğuna karşı ayaklanan kahramanların ve Batak'ın milli anlamını pekiştirdi.
"Batak Katliamı" tablosunu yapmadan önce 1886 ve 1888'de iki kez Batak'a gelen Piotrovski, resminde motif olarak kullanmak amacıyla bazı fotoğraflar çektirmişti. Batak Kilisesi'nin - kemiklerin ve kafataslarının saklandığı - Ossarium'undan aldığı kemiklerle mizansen olarak düzenlediği fotoğraflar tablonun yaratılmasında önemli bir rol oynamadı. O, tablosunu daha çok MacGahan'ın tasvirlerine ve anonim bir fotoğraftaki Pomak görüntülerine dayanarak yaptı. Fakat çektirip de kullanmadığı kurgu fotoğraflar yanlışlıkla, tıpkı tablonun kendisi gibi, katliamı gösteren otantik fotoğraflar olarak kabul edildi. 1894 yılında Svetlina isimli dergide yayınlanan, sonraki yıllarda Batak'ta açılan Tarih Müzesi'nde sergilenen bu fotoğrafların olaylar sırasında çekilmediği gerçeği ilk yıllarda bilinçli olarak gizlendi, sonradan da unutuldu.
Kurgulanmış fotoğraflar ve bunlardan yapılan kartpostallar günümüze kadar yayınlanan okul kitabı, tarih araştırması, dergi, fotoğraf albümü, film, turizm broşürü vb. pek çok kaynakta kullanıldı. Türk vahşeti ve katliamları konusundaki vizüel tasavvurlarının kaynağı olarak Bulgar kolektif görsel belleğine kaydedildi.
Pomakların anlattıkları ise hiç gündeme gelmedi. Onların anıları haklılık ve kader üzerineydi. Günümüzde dahi bölgede söylenen 800 mısralık bir ağıt Ahmed Ağa'yı ve olanları hikaye eder. Görgü tanığı Pomaklara göre Bataklılar, Barutin köyünden Ahmed Ağa'nın oğlunu tutuklamışlar, durumu tahkik için gönderilen adamları da öldürmüşlerdir. Bunun üzerine Dospat, Goca Delcev, Velingrad gibi Müslüman köylerinden topladığı adamlarla Ahmed Ağa Batak'ı basmış ve katliam yapmıştır. Muhtemelen Müslümanları öldüren Goranov ve adamları kaçmış, suçsuz Bataklılar cezalandırılmıştır.
1878'den beri siyasi rejimin birkaç kez değiştiği Bulgaristan'da, Pomakların konumu bu değişikliklere uygun olarak sorun oldu. Güçlük, Bulgar ulusuna dahil edilmesi gereken Müslüman Pomakların bu milli anlatımdan dışlanmamaları zorunluluğundan doğuyordu. Daha 1885'te Bulgaristan Prensliği Doğu Rumeli Vilayeti ile birleştikten sonra resmi söylemde Rodop Dağları'nda yaşayan ve Bulgarca konuşan Müslüman Pomakların Osmanlı döneminde zorla din değiştiren Bulgarlar oldukları, fakat Müslüman olmalarına rağmen "Bulgar ruhlarını" kaybetmedikleri savıyla yeniden "Hıristiyanlaştırılmaları" ve "Bulgarlaştırılmaları" yönünde girişimler başlamıştı. Fakat bu kez de 1876'da Bulgarlar Bulgarları öldürmüş oluyordu. Bu paradoksu çözmeye yönelik formül arayışı günümüze kadar devam edecek, kesin formül bulunana kadar gerçeğin unutulması tercih edilecekti.
"Nisan Ayaklanması" kavramı, ilk kez tarihçi Dimitar Strasimov tarafından 1907'de kullanıldı. 1876 olayları o vakte kadar, Sredna Gora Ayaklanması örneğindeki gibi, Panagjuriste, Koprivistica, Bracigovo, Perustica vb. ayaklanan köylerin adıyla tanımlanıyordu. Nisan Ayaklanması tanımı bunların hepsini kapsıyor ve tüm düşünce tarzını değiştiriyordu. Bu sayede artık olaylar yerellikten kurtuluyor ve milli bir karakter kazanıyordu. Böylece 1876'daki ayaklanma ve bunun hunharca bastırılması hikayesiyle, güçlü bir imparatorluğun ordusuna karşı kahramanca verilen bir mücadeleden bahsetmek mümkün oldu. Ulus inşa sürecinde diğer köylerin isimleri Nisan Ayaklanması kavramıyla genelleştirilirken, Batak ayrıcalıklı yerini korudu. Balkan Savaşı'na kadar nüfusunun çoğunluğu hala Müslüman olan bölgenin "Bulgar" karakterini ispatlayan, "dağlı halkın özgürlük için verdiği kahramanca mücadele"nin yeri olarak milli ve yerel, iki boyutlu bir "hatırlama yeri" işlevi gördü.
1912-13 Balkan savaşları sırasında ve sonrasında da "kurtarılan" Pomakların aslında Müslüman olmaya zorlanmış Bulgarlar oldukları söylemi tekrarlandı. Türklerin zalimliğinin sembolü olarak kullanılan kurgu fotoğrafların ve bunlardan üretilen kartpostalların önemi azalmadıysa da, Pomak başıbozukları hatırlatan Batak resmi müzenin deposuna kaldırıldı. Fakat öncekinden farklı olarak, bu kez Pomaklar sert yöntemlerle vaftize zorlandılar.
1920'de yapılan seçimleri kazanan ve "Köylü sosyalisti" olarak tanınan Çiftçi Partisi'nin lideri Stamboliyski türdeş bir Bulgar ulusal devleti peşinde koşmayan ve Makedonya ile birleşmeyi milli bir dava olarak görmeyen ilk Bulgar başbakandı. Müslüman-Türk azınlık bu dönemde önemli haklar elde etti.
9 Eylül 1944'te komünistlerin iktidara el koymalarından sonra, kukla Kral 3. Boris'in faşist rejimine karşı özgürlük mücadelesi veren Batak'lı partizanlar sayesinde Batak, özgürlük mücahidi iki kahraman nesle sahip yer olarak ikinci kez kutsandı. Tarih müzesinin alt katındaki bir Krypta'da bu partizanların iskeletleri muhafaza edildi. Batak'a hakim bir tepeye dikilen anıta "Nisan Ayaklanması'nda, Anavatan Savaşı'nda "2. Dünya Savaşı" ve antifaşist mücadelede hayatlarını kaybedenlerin anısına" ithafı yazıldı.
Tarih bilimine egemen olan yeni anlayış doğrultusunda, 1876 katliamından "ezilen" sınıfa dahil olan Pomakların değil, büyük toprak sahibi derebeylerin suçlu oldukları saptandı. Olayların sorumlusu olarak, Batak'a komşu Müslüman Barutin köyündeki Ahmed Ağa Barutinlija suçlandı. Feodal Türk zalimlere karşı Hıristiyanlarla birlikte mücadele eden Pomaklar söylemi benimsendi.
1972'de Müslümanların isminin değiştirilmesine ordu ve milis kuvvetleri tarafından kuşatılan Barutin'den başlamasının Ahmed Ağa yüzünden olduğunu herkes biliyordu. Gene de faşist dönemde Pomak jandarmaların göz yummaları nedeniyle, sosyalist rejim döneminde önemli konumlara gelen eski partizanlar isim değiştirme zorlamaları sırasında bazı Pomakları korudular.
1989 dönüm noktasından sonraki yayınlarda Pomakların rolünden bahsedilmeden Batak'lıların kahramanlıkları ve kendilerini feda edişleri ön plana çıkartıldı.
AŞILAMAYAN ZİHİNSEL BARİYERLER
Bulgaristan'ın son onbeş yılda demokratikleşme yolunda kat ettiği mesafe hayalleri zorlayacak boyutta 1980'lerde kimliklerini inkara zorlanan Müslüman-Türk azınlığın kavuştuğu haklar ve siyasette temsilleri imrenilmeyecek gibi değil. Bulgaristan'ın bu başarıları, 2007 yılında AB üyeliğini getirdi. Diğer yandan, aynı yıl yaşanan gerginlikler Nisan Ayaklanması yahut Batak Katliamı konularındaki en ufak bir farklı yorumun dahi tehlikesiz olmadığını gösterdi.
Alman tarihçi Ulf Brunnbauer ile Bulgar sanat tarihçisi Martina Baleva, Berlin Hür Üniversitesi bünyesindeki Doğu Avrupa Enstitüsü'nün projesi kapsamında, 17 Mayıs'ta Sofya'da Alman ve Bulgar bilim insanlarının katılımıyla bir konferans ve 17 Haziran'a kadar devam edecek bir sergi planladılar.
Konferansın konu başlığı, "Freindbild Islam - Geschichte und Gegenwart antiislamischer Stereotype in Bulgarien am Beispiel des Mythos vom Massaker in Batak" ( Düşman simge olarak İslam-Tarihte ve günümüzde İslam karşıtı stereotipler ve Batak katliamı miti örneğinde Bulgaristan'daki İslam karşıtlığı )idi. Brunnbauer ve Baleva'ya göre, Bulgaristan'daki bazı tarihçilerin Batak'taki olayları fazlasıyla abartmaları, Bulgar halkı arasında Müslümanlara ve özellikle Türklere karşı nefret duyguları oluşturmaya çalışmaları "Sosyalist Bulgaristan'ın Pomaklara ve Türklere karşı uygulamaya çalıştığı asimilasyon kampanyasına ilham vermişti".
Brunnbauer ve Beleva'nın çalışmalarında Batak olaylarını mit olarak nitelendirmeleri, "Batak vahşeti"nin yalanlandığını düşünen Bulgarları kızdırdı. Milliyetçi gazeteler, "Almanlar Batak katliamını sorguluyor", "Bulgaristan'da katliam olmamışmış", "Tarih çarpıtılıyor" gibi başlıklar attılar. Kendiside tarihçi olan Cumhurbaşkanı Georgy Parvanov ile Georgy Markov ve Andrej Pantev gibi saygın tarihçiler konferansı tarihsel gerçekleri çarpıtmaya yönelik, milli tarih ve milli hafızaya karşı bir provakasyon olarak nitelediler. Sofya Ulusal Tarih Müzesi yöneticisi Bogidar Dimitrov, tarihçileri soykırımın inkarı suçundan mahkemeye vereceğini söyledi. Sergiyi Türkiye'nin Osmanlı dönemini temize çıkarmak ve Türkiye'nin AB üyeliğine bu yolla katkıda bulunmak amacıyla finanse ettiğini iddia etti. Ataka Partisi, ceza kanununa Bulgar tarihinin çarpıtılmasına karşı yeni bir madde eklenmesi, para ve hapis cezası verilmesi çağrısında bulundu. Milliyetçi Büyük Makedonya Devrimci Partisi VMRO, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Bulgar halkına soykırım uygulandığı" yönünde bir yasa çıkarılması talebinde bulundu. Neticede, 2007 mayıs ayı için öngörülen konferans yapılamadı, sergi açılamadı. Yaptıkları basın toplantısında Martina Baleva, "Tüm ulus devletlerde olduğu gibi, Bulgaristan'ın oluşumunda da mitler önemli bir rol oynamıştır. Bu mitlerden biri de Batak mitidir. Ancak mit derken bu olayın yaşanmadığını iddia etmiyoruz. Mit, tarihsel bir gerçeğin edebiyatta, resimde yeniden kurgulanması anlamına geliyor", dedi.
Projenin konseptinin kasıtlı olarak yanlış yansıtıldığını düşünen Brunnbauer ise, "biz katliamın varlığını sorgulamıyoruz, gerçeklerin yansıtılış şekliyle ilgileniyoruz" dedi. Ona göre, mitler geçmişteki olayları anlatmaktan çok kimlik sorununu, bugünü ve geleceği şekillendirmekte hemen her ulus-devletin başvurduğu araçlardır. Başlarına gelenlerin nedenini, "Avrupa'da seçim kampanyası yapılıyordu ve sosyalist parti sağcı oyları da toplamak istiyordu. Milliyetçi tarihçiler Avrupa'nın Bulgaristan'a zaten yeterince yüklendiğini ve şimdi de aynısını tarihine yapmak istediklerini savunuyorlardı", sözleriyle açıkladı.
Konferansın ve serginin iptali, Baleva ve Brunnbauer'in açıklamaları aşırı milliyetçi Bulgarları teskin etmedi. Ataka Partisi'ne ait Skat TV her hafta çarşamba ve perşembe günleri seyircilerine yaklaşık 2500 Leva, yani 1250 Euroluk ödül karşılığında Martina Baleva'nın fotoğraf ve adresini göndermeleri için çağrıda bulundu. Baleva'nın yerinin "darağacı" olduğu söylendi. "Alman Yahudisi" Ulf Brunnbauer'in "kazığa oturtulması" istendi. Fanatikler Baleva'nın ailesinin Bulgaristan'daki evinin duvarlarına ölüm tehdidi içeren yazılar yazdılar. Bununla birlikte, dürüst gazetelerde ve bilhassa internette, çatışmayı ciddi olarak tartışan yazılar yayınlandı. Yüzlerce Bulgar bilim insanı da Baleva ve Brunnbauer ile dayanışma bildirisi imzaladı. Konferans bildirilerini içeren sergi kataloğu şeklinde hazırlanan kitap her şeye rağmen Bulgarca ve Almanca olarak ( Batak kato mjasto na pametta / Batak als bulgarischer Erinnerungsort Sofya, 2007 ) basıldı.
SONUÇ
Ernest Renan'a göre, ulus oluşturulmasında unutmanın, daha doğrusu tarihi bir yanılgının önemi büyüktür. Benedict Anderson, milliyeti hayal edilen, yani icat edilen, Anthony Smith ise keşfedilen bir kavram olarak tanımlıyorlar.
Batak, Bulgarlar için sadece ulus inşası (nationbuilding) sırasında başvurulan bir mit değildi. "Seçilmiş travma" ve "hatırlama yeri" olarak kuşaktan kuşağa aktarılan "kolektif belleğin" inşasına hizmet etti.
T.Tarih dergisinden, alıntıdır.