1685’de zamanın ‘‘Hamamcılar Kethüdásı’’ olan yani bütün hamamların idarecisi olan Derviş İsmail tarafından kaleme alınmıştı ”tellaklar kitabı”. Kitap’ta İstanbul’daki hamamlar ve hamamlar minvalinde dönen olaylar ve ilişkili karakterler anlatılmaktadır. Tellakların özelliklerinin ve hikayelerinin anlatıldığı kitap dönemin yaşam şekline de ışık tutmaktadır. Özellikle 17. yüzyılda Osmanlı İstanbul’u eşcinsellik konusunda ne durumda bunu görmemiz açısından aydınlatıcıdır. Eskiden beri Türklerin hamam kültürü var olmuştur. Hala daha Turkish Bath olarak dünya’da ayrı bir kültür kavramı olarak anılmaktadır. Kitapta geçen dönemde hamamların yalnızca yıkanmak ve keselenmek amacıyla kullanılmadığı, kendine has bir sosyal alan olduğu gözler önüne serilmektedir.

Derviş İsmail 17. yüzyıl sonlarında Eyüp, Galata, Üsküdar ve Eminönü taraflarındaki 408 hamamda 2 bin 321 dellakın çalıştığını söylüyor ve bu dellaklardan on birinin macerasını hikaye ediyordu. Dellaklardan bazılarının hikayelerinden kısa bölümler:

Yemenici Bali Oğlan

Kitapta, 1686 yılında Hamamcılar Kethüdası olan İsmail Ağa tarafından kaleme alınan Dellakname-i Dil Küşa yani Gönüller Açan Tellaklar Kitabı adlı uzunca bir metin yer alıyor. İstanbul’un ünlü hamamları ve bu hamamlarda “kulamparaya peştamal çözen nazenin oğlanları” anlatan İsmail Ağa’nın kitabı kaleme almasının sebebi ise yine bir hamam oğlanı.

Kılıç Ali Paşa Hamamı’nda “soyunurken” İsmail Ağa tarafından çok beğenilerek “iç oğlanı” yapılan Yemenici Bali Oğlan, “Bir kitap yazsan, içinde adımız geçse, tarihte hatırlansak” deyince İsmail Ağa, İstanbul’daki 2 bin 123 “parlak” dellaktan on birini seçerek anlatmaya başlamış. Tabii başta Yemenici Bali Oğlan. Kethüda’nın coşkulu üslûbunun katkısıyla, ortaya Osmanlı’nın en renkli eş cinsel metinlerinden biri çıkmış.

İsmail Ağa, “mahbûb-ı ziba” yani “yakışıklı sevgili” diye andığı Yemenici Bali Oğlan için şunları söylüyor: “Henüz on beş yaşında ve güzellik tacı adının başında ve bu günahkârın mürg-i dili (gönül kuşu) yemenici oğlanın samur kaşında.”

Zavallı Yemenici, gaddarlıklarıyla nam salmış 59. Yeniçeri Ortası’nın acemilerinden. Şahbaz bir yoldaşının altındayken baskın verilince defterli olup Kılıç Ali Hamamı’nda soyunmaya başlamış. Kethüda’nın deyişiyle, “Amma camekân odada, amma içeri halvette o nazlı oğlanın firuze kâsesini ejder misali demir kazık millerle oymuşlar.”

İsmail Ağa, Yemenici’nin hamamda soyunduğu dönemdeki tarifesiyle ilgili de bilgiler vermiş: “Gece ve gündüz seferi 70 akçedir. 20 akça dahi ortağı dellak alır. Gece döşek yoldaşlığı 300 akçadır. Kulamparası kaç sefere takati varsa 300 akçaya dâhildir.”

Birincisi, Bali’dir. Hüsn-ü an (güzellik) ve cilve ve edep ve terbiye ve nezaket ve sadakat ondadır. Muhabbet dalında açmış gonca gül, sine (göğüs) kafesinde yavru bülbüldür. Saça sünbül, gamzeye gül, nigâha (bakışa) cellâd, kadde (boya) şimşad (şimşir ağacı), hançere (çelik), g..e kâse-i billur (billur kâse), göbeğe katre-i nur (ışık katresi), baldırlara sim-sütun (gümüş sütun), ayaklara sebike-i Sim (gümüş külçesi) ve kaküllere deste-i ibrişim (ibrişim destesi) dediler ise, işte bu Bali-i dellak şanındadır (tellak Bali için söylenmiş demektir).
Nalın ile sahn-ı hamamda (hamamın bahçesinde) tavus misali cevelân eden (dolaşan) o pakize (temiz) oğlan, elli dokuzun acemisi ve Tophane’de bir yemenici ustanın çırağı olup:

“Biri yer biri bakar
Kıyamet ondan kopar”

Kalafat yerinde (gemilere zift sürülen yerde) kahvehanesi olan hezele güruhundan (gurubundan) elli dokuzlu (yeniçerilerin veya leventlerin 59. bölüğünden) Darıcalı Gümüş Ali dedikleri it, bir akşam oğlan yolun (oğlanın yolunu) çevirip kolluktan içeri çekmiş ve kalyonculardan Kıçlevendi Zehir Ahmet ve Tophane zebanilerinden Kurt Halil nam şakilerle Yemenici Bali’nin bal çanağına eşek arıları misali üşüşmüşler ve oğlanı sabaha varınca s..kmişler ve ana doğması soyup üryan (çıplak) edip dahi (üstelik) oynatmışlardır. Subaşı Ağa dahi kola (devriyeye) çıkıp kollukta meclis-i işret (içki meclisi) kurulduğunu haber aldıkta (alınca) varıp basıp, oğlanı y…k altında yatar iken ahz edip (alıp) ism-i şerifini (şerefli adını) deftere kaydı ile tezlil (küçültüp, düşürüp) ve altın adını bakıra çıkarmakla kalmayıp, baldırında kaba etine hîz (pasif eşcinsel) oğlandır damgasını dahi basmıştır. Bali dahî gayrı (“artık” anlamında) beni bir hammam-ı dilküşâ pak eyler (temizler) deyip Tophane’de Kapdan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın hammam-ı kebirinde (büyük hamamında) bir üstad dellakın elini öpmüş ve soyunmuştur.

Az zamanda şöhret bulup gece ve gündüz seferi 70 akça narhtır (bir defası için belirlenmiş ücreti 70 akçedir). 20 akça dahi ortağı dellak alır ki, 90 eder. Gece döşek yoldaşlığı 300 akçadır. Amma kulamparesi kaç sefere ki takati vardır (kaç kez yapabilirse) oğlana o kadar fişek atar, 300 akçeye dahildir. Amma ser-nevbet (baş nöbetçi) dellak “Sabahdır” deyu (diye) nida ettikte (bağırınca) ve kulampare oğlana yine koymak murad ettikte (isteyince), 90 akça ücretini verir. Yemenici Bali, günde üç seferden ziyade g.t vermez idi. Pak ve pakize (temiz) tendürüst (sağlam vücutlu) sine (göğüs) bülbülü kınalı kuzu idi.

Sipahi Mustafa Bey

Bir kadızadenin gönül eğlencesiyken sokaklara düşen Sipahi Mustafa Bey, Mudurnu Dağı’nda “Kara Domuz” namlı bir hayduda peşkeş çekilmiş. İsmail Ağa’nın deyişiyle haydut, “Oğlancığı kıllı sineye çekip gözleri yaşına bakmayıp gümüş kümbetine demir kazık çakmıştır.”

Kara Domuz ki âdem ejderhası belây-ı asumandır (göklerin belasıdır), oğlancığı kıllı sineye çekip gözleri yaşına bakmayıp gümüş künbedine demir kazık çakmıştır. Nursuz Ali ve Yorganyüzüoğlu ve Çiçekli Mustafa ve Kalaycı Hasan emsali şeytanlar, cümle on sekiz nefer-i dîv heyet (dev yapılı) ve ehrimen-suret (kötülükler tanrısı suratlı) asılacak zehir ademlerdir. Sipahi Mustafa Bey’in götünü üstünden geçip o nazlı oğlanı kan-revan perişan etmişlerdir. Dağda, bayırda, taşda, çakılda, çemen, dikende yürümeğe mecali kalmamakla bir handa emanet yatağa koyup gitmişlerdir.

Bu Sipahi Mustafa Bey de Fındıklı’daki Müftü Efendi Hamamı’nda defterli olmuş.

Çamlıbel’de mezkur (adı geçen) handa Davud Odabaşı ki gayet ile mu’lem (tanınmış, bilinmiş) idi, o dahi oğlanın götünde çarh-ı felek merkezin bulmuş. Aç kurdun kuzuyu koruduğu misali geceleri kendi döşeğinde yatırmış, kalemi hokkaya batırmış, evrak-ı muhabbete sahhu’l-visal işaretin çekmiştir (“sah” kelimesi eski belgelerde “karşılaştırıldı, incelendi, doğrudur” anlamında kullanılır. Burada “ilişkinin tam olarak meydana geldiği” kastediliyor). Amma oğlanın gözü yaşına merhamet edip handa tutsa eşkiya gelir alır. şehr-i şehir-i istanbul’dur (ġehirler içerisinde meşhur olanı istanbul’dur) deyip oğlanı âsitane-i saadete getirip Fındıklı’da Müftü Efendi Hamamı’nda Sipahi Mustafa’nın nazlı beline dellak peştemalın kuşatmış ve o güruhun şanına şan katmıştır.

Kıl kadar ayıbı yok bir müeddeb (edepli, terbiyeli) pakize oğlandır ki hile ve şeytaniyet yoluna sapmaz, g..ünü domalıp yattıkta (yatınca) müşterisinin y….ı yolunu şaşmaz, meyve-i vaslını rayegân eylerken (vuslatının meyvesini bol bol verirken) mest olup mesteder. Cilveli pak ve çâlâk (temiz ve eliçabuk) Sipahi civandır ki devrimiz ricalinden mal-i Karun’a sahip (Karun kadar zengin) Gümrükçü Emini Hasan Efendi bu dellak oğlana alâka edip Galata mollası eliyle hamamdan çıkartıp hanesine almış ve fahir libaslar (süslü elbiseler giydirip) zer-ü zivere müstagrık edip (altın süslere garkedip) mahbub çubukdar eylemiştir. Amma Sipahi Mustafa Bey’de de sadakat ve vefa bu kadar olur. Velinimetinden gayrı ferde uçkur çözmemiştir ki böyle emsali, çubukdar oğlanları çuhadar, tatar, dolapçı, arabacı, seyis, hamleci makulesi herifler şakır şakır s….kerlerken, Sipahi Mustafa Bey parmak ucuyla dahi dokundurmamıştır.

Kız Softa’nın başına gelenler

Kitapta anlatılan hamam oğlanlarından biri de Kız Softa namlı Ürgüplü İsmail. İstanbul’da Zalpaşa Medresesi’nde hemşerisi Dağlı Mustafa’nın yanında kalırken, üçüncü gece bu niyeti bozuk hemşeri, “Oğlan, s….. yarî hiledir (dostça bir oyundur) deyip oğlancığı b’il-ikna (ikna ederek) rızasıyla fiilî livataya mübaşeret eyledikte (girişince) maslahatı begayet kebir olmakla İsmail bihuş oldukta gaddar herif işini tamam görmüştür.”

Amma ertesi vak’a şüyu buldukta (olay duyulunca) fail-i zalim Dağlı Hüseyin memleketi canibine firar, ismail’e dahi medresede durmak olmayıp öyle mahbuba cümle kapılar küşade olmakla (bütün kapılar açılmakla) helvacı esnafından Telli Halil Ağa oğlanı alıp esnaf zeynine koyup (esnafın süsleri arasına katıp) tezgâha oturtmuştur. Ve dükkanını o perî-suret (peri yüzlü) ile tezyin eylemiştir. Gece dahi odasında yatırıp telezzüz-ü nazar ve (bakarak zevk alma) deraguş (kucaklama) ve buse faslı, ayak öpme, göbek koklama, çakıl memecikler dişleyip altın kamış çük yoklama ile iltifat etmiştir.

Bir sene mürurunda (geçince) istanbul’un kulampara eşkiyası Kız Softa’yı rahatına komayıp dükkânın gözleyip ustasın gaybubetinde (yokluğunda) müşteri-suret (müşteri gibi) ülfet ve muhabbet edip envai tuhfe (çeşit çeşit hediye) ve akçe ile oğlanın aklın çalarak birkaç ay mikdarı bahçe ve bostan ve bekâr odası ve hamam dolaştırıp akıbet Karakuş nam (adlı) şeririn pençesine düştükte (düşünce) Yıldızababa hamamına götürüp soymuş ve beline siyah dellak peştemalın sarıp üstad elinde ba’dettalim (talimden sonra) müşteri aguşuna (koynuna) halvete koymuş kapamışlardır.

Gündüz içeride halvette bir seferi 100 akça ve gece camekân odada döşek yoldaşlığı livata sabaha dek üç seferden ziyade olmamak üzere iki tafralı altın narhtır. Oğlan üç seferden ziyadeye rıza gösterdikte (kabul edince), müşterisi her seferi 100 akçadan koyar, s..ker. Oğlan kulamparasından hazzedip (zevk alıp) akça talep etmese dahi, herif oğlanın ortağı dellake 20 akça payını yine verir.

İlk olayın ardından Kız Softa, İstanbul’da tezgâh arkası, dükkân, yangın yeri, mezbelelik birçok yerde soyunmuş nihayet Yıldızbaba Hamamı’nda beline peştamalı sarmış.

Kalyoncu Süleyman

Kethüda Efendi’nin “âdem ejderhası” diye anlattığı Kalyoncu Süleyman rağbet edilen bir “tokmakçıymış.” Bir gün kahvede otururken, Piyalepaşa hamamcısı ile tanışmış. Hamamcı, “Tamam, bana böyle şahbaz bir tokmakçı lazım” deyip Süleyman’ı hamama almış. İsmail Ağa, bu âdem ejderhasının hamam muamelesini anlatırken adeta kendinden geçmiş: “Uzan beyim, paşam deyip nicesini baldır bacağa atar, kıvamı geldikte kendi peştemalını fora edip dal… müşterinin ayaklarını öper… “

Biri dahi Kalyoncu Süleyman’dır ki, âdem (insan) ejderhası tüvânâ (güçlü) yiğit, hamamın ab-ı ruyi (yüzsuyu) ve kibarın ve ayanın ve eşrafın makbulü, gayeüc mergub (rağbet edilen) mahbub tokmakçıdır.

Trabzon hâkinden olup (aslı Trabzonlu, orada doğmuş olup) eyyam-ı şebabet ve nev civanisinde keştiban (gemici) dayılar aguşunda (koynunda) perverde olup (büyütülmüş olup) şahin başında keçe külah, sine üryan (göğüs çıplak) ve yalın ayak baldırı çıplak kanca atıp palamar bağlamış, geceler dahi bekâr dayıların koynunda uçkur çözüp g.. devirmiş oğlan olup bunlara gemici ıstılahı üzre (deyimlerine göre) zenane derler ki, adam s…..e doyamaz ve iri kıyım oğlan ayağı ile döşekte öyle cilvelerle ayak uyuşturur ki, muhabbet bu kadar olur.
Bu Kalyoncu Süleyman günlerden bir gün Hasköy iskelesine gelip Kalafat yerinde Ali Paşa kahvesinde yalın ayak baldır bacak çıplak ve hem sinesi küşade (göğsü açık) levendane oturmuş, şehrî kulamparaların yüreklerini dağlar ve “şu keştibân (gemici) oğlanın hancer-i puladı (çelik hançeri) acep ne boyda ve şekildedir” diye o biçareleri uçkur kemendine bağlar iken meğer şehrimiz hamamcılarının eşbehlerinden (kabadayılarından) Piyalepaşa hamamcısı Hasan Ağa dahi o kahvehanede imiş. Ve oğlanın iri kıyım yalın ayaklarında demir gülle topuk ve hem sünbül koçanı y…k temaşasında (seyrinde) imiş. “Tamam, bana böyle bir
serbaz ve şahbaz ve aşkbaz tokmakçı dellâk-i çâlâk (tez canlı tellâk) ve pak (temiz) zeberdest (mahir) fetâ (genç) lâzımdır” deyip ve hemen ülfet ve sohbet ve muhabbet edip oğlanı itma’ (gözünü boyayıp tamaha düşürüp) ve ikna ile kahvehaneden öyle yalın ayak ile çıkartıp hamamına götürmüş ve soyup dellak peştemahnı beline kendi eliyle sarıp bağlayıp, birkaç gün üstad elinde terbiyesi tamam oldukta müşteriye çıkmıştır.

Hadd-ü edep bilir tokmakçıdır. Hicap (utanma) perdesini yoluyla açıp hizmetin tamam görür. Müşterisini halvete alınca kapıya peştemal perde talik edip (asıp) altında nalınların kilit nişanı bırakıp “Uzan beyim, paşam, efendim, ağam, bacakların ve ayakların bir yol oğuşturayım” deyip nicesini baldır bacağa atar ve kıvamı geldikte (gelince) kendi peştemalını fora edip çırçıplak, daltaşak, daly….k hemen müşterinin ayakların öper, “Sultanım, işte gör, vücudum uyandı. Gayrı mürüvvet ve ihsan sendendir ki benim gibi garip çıplağını sevindir. Seninle bir muhabbet edeyim” deyip nazikane el ense eder ve y…..rağı ki şah-ı merdan ru-siyahtır (büyük siyah tokmaktır), bir nezaket yoluyla aheste beste dipleme sokar ki, bu hüner işte ancak bu ittedir. Fişek atıp fiili livata tamam olunca, yine ayak öpüp izin talep eder. S…tiği müşteri taşra camekâna çıkınca bahşiş için lâf etmek, bu Kalyoncu Süleyman için değildir.

Narhdır ki, hamamda tokmakçılar halvette bir sefere 100 kuruş alırlar ama bu Süleyman’a 300 verse azdır. Gece döşek yoldaşlığına davet olunsa asgari üç sefer koyup fişek atması, 450 kuruş narhdır. Amma müşterisi yeter derse, Kalyoncu Süleyman beş sefer bitip fişek atar. Böyle kaviyyülsine (göğsü güçlü) ateşli tokmakçıdır. Ekser kendi dahi alta yatıp “Efendim lutfeyle, bu muhabbetin tadı altlı üstlüdür” der. Elhak hamam uşağı, mukaşşer (kabuğu soyulmuş) aşkbaz yiğittir vesselam

Kınalıkuzu Firuz

El, ayak parmakları kınalı olan Firuz, Arnavut asıllıymış. Bir hemşerisi Firuz’u hamama gelen kulamparalara tanıştırmış, el öptürmüş. Hamamda yaşananları anlatan Kethüda Efendi, Firuz için de kalemini konuşturmuş: “Efendim, ortaklık yoludur. Oğlanın başını tutmam gerektir deyip o lain Arnavud şaki, Firuz’un boynuna kol kemendini attıkta, oğlanın g… nur topu misali d… ki, aşk olsun o oğlana …. basana.”

Biri dahi Kınalı kuzudur ki, ism-i şerifi (şerefli adı) Firuz’dur. şehrî (meşhur) kulamparalar Firuz şah dahi derler ki, elhak (gerçekten de) padişah-ı iklim-i hüsndür (güzellik ikliminin padişahıdır). O dilberin el ayaklarında parmakları kınalıdır.

Arnavudiyu’l-asıl (Arnavud asıllı) olup, gözleri kanlı taze delikanlı olup vilayetinden (“memleketinden” anlamında) geldikte Çardaklı Hamam’da hemşehri odasına misafir olmuş, o dellak-i pelid (pis tellak) Firuz’u s…p eritmiş, beline dellak peştemalını bağlayıp kese ve sabun ve lif ve lenger ile sanatını talim edip ortağı etmiştir. Mürüvvet (mertlik) sahibi kulampara biraderlerimiz, Çardaklı Hamam’a vardıklarında “Bir kınalı kuzucağımız vardır” dedikte, o hayvan Firuz’u getirip el öptürür, makbule geçer makuleden olmakla (makbule geçer zannederek) iltifat gördükte (görünce) “Efendim, ortaklık yoludur. Oğlanın başını tutsam (tutmam) gerektir” deyip o lâîn (şeytan gibi kovulmuş) Arvavud şaki Firuz’un boynuna kol kemendini attıkta (atınca) oğlanın g..tü nur topu misali domalır ki, aşkolsun o oğlana y…k basana.iş bittikte oğlan su dokunup peştemalını bağlanıp el öpüp “Yine beklerim ağam, buyur” deyip çıkar ve bahşişini ve kanun-u narh üzre (narh kanununa göre belirlenmiş) livata ücretini ortağı dellak alır. Bir böyle pervasız Arnavudun yezididir ki, Firuz’a g…tünün kazancından birkaç akçe güç ile (zorla) verir imiş.

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir

Cennetin Rengi (Rang e Khoda) – (1999)

Majid Majidi tarafından 1999’da çekilen “Cennetin Rengi” filmi, kör bir çocuğun Tanrı, ailesi ve toplumla dair deneyimlerini gözler önüne seren bir film

Xurşudbanu Natavan Kimdir?

Hurşidbanu, 1832’de Şuşa’da dünyaya geldi. Babası, Karabağ’ın sonuncu hanı Mehdikulu Handır; annesi ise Gence hanından Uğurlu Bey’in kızı Bedircihandır

Bulgaristan’da bir acayip “Gelin Pazarı” ve Kalaycılar (Kalaidzhi)

Bulgaristan’da genç ve genç kızların satış için potansiyel kocalara satıldığı bir gelin pazarı var. Burası aslında Çingene gelin pazarı olarak biliniyor. Ortodoks Hristiyan Orucunun ilk Cumartesi günü Bulgaristan’ın Stara Zagora/Eski Zağra kasabasında düzenlenir.

Orta Oyunu

Kavuklu ve Pişekar adlı iki kahramanın etrafında gelişen, genellikle “palanga” veya “meydan” adı verilen bir yerde gösterilen oyun türüdür.